Hani, şu iplerin üzerine bir şeyler tutturmak için kullandıklarımızı. Özellikle de çamaşır asmak için olanlarını. Ben, rengarenk olmalarına rağmen plastiklerini hiç sevmem. Sevemedim, alışamadım da.
Ahşap olanlarını sevmişimdir. Artık eskilerde ki gibi sık rastlanır değil ahşap olanları. Doğallıklarına benzer, artık nadir rastlanır oldular kıymetli bir eşya misali. Malzemesi güzelliğinin sebebi gibi sadedir. Bir yay ve iki ufak parça ahşap...
Bilirmisiniz ?..
Ahşap yaşar, nefes alır, ayrı düşmüş olsa bile ağacının gövdesinden, can suyundan. Hep özler, koparıldığı ağacı, toprağı. Buram buram hasret kokar. O da siz gibi, ben gibi incecik yanıktır, çocukluğunun, gençliğinin iklimlerine.
Alıp, koklayın bir ahşap mandalı..
Büyüyüp yeşerdiği ve sonra da göğerdiği toprakları, ormanları, dal yada gövde iken tenine dokunan rüzgarları duyumsarsınız. Bir de tutup kulağınıza götürün. Kök saldığı ormanın, dağ başlarının kurdunun, kuşunun, böceğinin, seslerini duyuverirsiniz. Plastiklerinin aksine dokunduğunuzda sıcacıktırlar. Yadırgamazsınız ona temasınızı, bir parçanız gibi hissedersiniz. Avuç içiniz yada parmak uçlarınızda eğrelti durmaz. Aynı kadim dostlar benzeri dayanıklı ve sağlamdır. Onları, sadece duvarı için için yiyen nem yıkar tıpkı dostlukları çökerten gam gibi.
İnsan ne garip hissedişlerin eline düşebiliyor. Ahşap bir mandalla bile, böylesine derin bir duygusal bağ kurabiliyor. Varın bir de, bir insanın başka bir insan oğlu/kızı ile ne kadar derinleşebileceğini, siz düşünün.
O gün, ruhumun çamaşırlarını Himalayaların zirvelerini okşamış rüzgarlarla sevişmesi için ipe dizdiğimde bunlar düşmüştü aklımın sokaklarına. Rüzgarla dans edişlerini kimbilir hangi gelmezin saçlarına benzetmedeyken aralarından iki güzel kız çıkageldi. Biri büyük, biri küçük, ufağı büyüğünün çiçekli elbisesinin eteklerine tutunmuş, ikisi de gülümsüyordu. Büyüğü;
Yine düzgün dizememişsiniz .. derken iki çamaşırı düzeltip bir mandal eksiltti aradan. Elinde bir ahşap mandal vardı şimdi. Tebessüm etmeye gayret etti gözlerinin arkasındaki bulutlara rağmen. Sonra elindeki mandalı yüreğinin üstüne iliştirip kucağına aldığı küçük kızın ayaklarını gösterdi. Eğilip öptüm sabah poğacası tazeliğindeki küçük kızın ayaklarını...
Benim ruh ikizim bu iki kız artık bizim bahçemizdeki güllerin arasında, bizlerle yarenlik edecek ve yazacaklar. Birinin adı Selda diğerininki Asya. Her ikisine de benim çok sevdiğim bu Cahit Külebi şiiriyle hoş geldiniz diyorum...
Ahşap olanlarını sevmişimdir. Artık eskilerde ki gibi sık rastlanır değil ahşap olanları. Doğallıklarına benzer, artık nadir rastlanır oldular kıymetli bir eşya misali. Malzemesi güzelliğinin sebebi gibi sadedir. Bir yay ve iki ufak parça ahşap...
Bilirmisiniz ?..
Ahşap yaşar, nefes alır, ayrı düşmüş olsa bile ağacının gövdesinden, can suyundan. Hep özler, koparıldığı ağacı, toprağı. Buram buram hasret kokar. O da siz gibi, ben gibi incecik yanıktır, çocukluğunun, gençliğinin iklimlerine.
Alıp, koklayın bir ahşap mandalı..
Büyüyüp yeşerdiği ve sonra da göğerdiği toprakları, ormanları, dal yada gövde iken tenine dokunan rüzgarları duyumsarsınız. Bir de tutup kulağınıza götürün. Kök saldığı ormanın, dağ başlarının kurdunun, kuşunun, böceğinin, seslerini duyuverirsiniz. Plastiklerinin aksine dokunduğunuzda sıcacıktırlar. Yadırgamazsınız ona temasınızı, bir parçanız gibi hissedersiniz. Avuç içiniz yada parmak uçlarınızda eğrelti durmaz. Aynı kadim dostlar benzeri dayanıklı ve sağlamdır. Onları, sadece duvarı için için yiyen nem yıkar tıpkı dostlukları çökerten gam gibi.
İnsan ne garip hissedişlerin eline düşebiliyor. Ahşap bir mandalla bile, böylesine derin bir duygusal bağ kurabiliyor. Varın bir de, bir insanın başka bir insan oğlu/kızı ile ne kadar derinleşebileceğini, siz düşünün.
O gün, ruhumun çamaşırlarını Himalayaların zirvelerini okşamış rüzgarlarla sevişmesi için ipe dizdiğimde bunlar düşmüştü aklımın sokaklarına. Rüzgarla dans edişlerini kimbilir hangi gelmezin saçlarına benzetmedeyken aralarından iki güzel kız çıkageldi. Biri büyük, biri küçük, ufağı büyüğünün çiçekli elbisesinin eteklerine tutunmuş, ikisi de gülümsüyordu. Büyüğü;
Yine düzgün dizememişsiniz .. derken iki çamaşırı düzeltip bir mandal eksiltti aradan. Elinde bir ahşap mandal vardı şimdi. Tebessüm etmeye gayret etti gözlerinin arkasındaki bulutlara rağmen. Sonra elindeki mandalı yüreğinin üstüne iliştirip kucağına aldığı küçük kızın ayaklarını gösterdi. Eğilip öptüm sabah poğacası tazeliğindeki küçük kızın ayaklarını...
Benim ruh ikizim bu iki kız artık bizim bahçemizdeki güllerin arasında, bizlerle yarenlik edecek ve yazacaklar. Birinin adı Selda diğerininki Asya. Her ikisine de benim çok sevdiğim bu Cahit Külebi şiiriyle hoş geldiniz diyorum...
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
İnsanlar gülmesini bilmezdi,
Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım
Güldür biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
0 Yorum Yapılmış Aynı Mandalla Tutturulmuş İki Ruh İçin