Kara bulutlar geldi ve gitmek bilmiyordu. Eş dost ziyaretlerinden anladık ki..., canlar burada okuduklarından ve bizdeki kömür karası iç hallerinden pek de hoşnut değillerdi. Öyleki Can Dostumuz Sufi Can uğramaz olmuştu. Hem bizim üstümüzdeki kara bulutlara üf üf demek hem de Sufi Can ın, bizler için yaptığı gibi birlikte neşelenmek ve eski günleri yad etmek istedik. Can dostlarımızın pek sevdiği hikaye anlatıcılığına soyunduk tekrar ki her taraf kahkaha olsun neşe etrafa yayılsın ...
Bizim bebelik zamanlarımızda oyuncak adına pek bir şey yoktu. Eni konu, olup olacağı, Eyüp Sultan daki dükkanlarda sıra sıra asılı olanlar. O yıllarda İstanbulda ki bebeyle Anadoluda ki çocuklar arasında oynanan oyunlar ve oyuncaklar arasında çok büyük uçurumlar yoktu. Limon kasalarından kılıç, Kristal zeytinyağı tenekelerinden yelkenli, makara ve telden araba yapardık. Bir de bilya yada rulmandan yapılan ilkel tornet türevi ahşap arabalar vardı. Bu ahşap tornetlerin yada arabaların üstüne bir de patlıcan kasası oturttun mu, oluyordu sana kamyonet. Ordan oraya yük taşı dur. Hali vakti yerinde olmayan arkadaşlarımızla bunları kullanarak pazara limon satmaya gitmişliğimiz, yaz tatillerinde hayatı öğrenelim diye su satmışlığımız vardır. Yokluk yılları. Para olsada, bulunmuyor. Hele bu tamirci ve tornacılardan çıkma yada yarı arızalı rulmanları bulabilmek ciddi bir imtiyaz. İmkansıza yakın bir şey, rulmanları temin etmek. Rulmanlar temin edildimi; eski tahtalardan imece usulü yapılırdı tornet, çocukluk arkadaşlarıyla. Bir kaç tane eski çivi, biraz eski tahta ve kaldırım taşı kullanılarak yarım günlük çabayla mucize araba hazır. Ver elini yokuş aşağı sürat denemeleri. İstanbul yedi tepe her yer yokuş. Keyifsiz tarafı yokuş yukarı çıkış tabii. Fakat bu ilkel oyuncağın taban tahtası iki bebenin poposu uzunluğunda oluyor. Önde oturan bebe hem dümenci, hem de arabanın sahibi. İmtiyazlı velet...
Arkada oturanda en kadim arkadaşı. O da başka bir imtiyaz. Arabası olmayan bebeler, arabanın sahibi olan çocuğa dalgın ve yalvarır gözlerle bakıyorlar, bir turda kendileri binebilmek için. Fakat hey keyfin bir mihneti, bir cefası olacak ya. Arabanın sahibi bebe yokuş yukarı kendi bedenini taşırken, arkada oturan da beygir gibi arabayı da çekiyor yokuşun başına kadar. Yokuş başında araç sahibi bebe ön tarafa oturup, ayaklarını, ön iki rulmanın takılı olduğu aks benzeri tahtaya dayıyor. Alıyor eline, bu tahtaya bağlı ipleri. "Tamam" diyor, arkaya atlayacak bebeye. Arkaya binecek bebe de başlıyor öndeki bebenin sırtından itekleyerek hız kazandırmaya, rulmanlı arabaya. Yokuş aşşağı sallanacağı zamanda atlıyor arkaya. Eh ondan sonra.. Allahın selameti üstlerine olsun. Fren yok, zira. Yaradanım onlara ne hız verdiyse. Şen şakrak. Kahkahalar arş-ı ala da. Toz toprak. Surat kir içinde. Düşe kalka caddeye kadar sürat yapılıyor. Caddeden zaten günde ya iki bilemediniz üç araba geçiyor. Sabahtan akşama aynı terane. Kay aşağı, çık yukarı. Ne gamm ne kasavet. Tüm yaşam sevinciniz dört bilyalı tahta bir araba. Ama kendi ellerinizle yapmışınız.
Ahşaptan, bildiğiniz tahta evlerde oturuluyor o yıllarda. Rüzgar esdi miy di, bir taraftan girip arka taraftan çıkıyor. Ama herkesler mutlu. Akşam oldumuydu, annem çıkıyor mahalle çeşmesinin yanına bağırıyor;
-Aliiii.... Aliiiii !!(ne gür,ne ihtişamlı bir ses. Yedi mahalle Destur da)
Arabayı kapıp hemen annenin yanına gitmek, sokaktan ayrılmak ne zor. Ama gitmezsen, cennetten çıkma bekliyor adamı.
Annem soruyor;
-Ne bu halin ?
-Ne var ki ?
-Suratını köpek yalasa doyar, kirloş oğlum.. diyor annem.
Annem, iri kemikli güçlü, kuvvetli bir kadın. Bilyalı arabayı kırsa, kırar. Ama kırmıyor. Çünkü rulmanları babam getirmiş. Babamla, al takke ver külah olmak istemiyor. Öyleyse ne olacak ?. İçindeki tüm gergin naneler benden tahsil edilecek. Şöyle, kulaktan bir tutulup yanına çekiliyorum. Bakıyor dik dik gözlerimin içine. Allah! Allah!. Gözlerde cehennem kazanları kaynıyor. Sonraaa... Mevsim yaz sa, annem beni soğan gibi soyarak sokuyor, çeşmenin altınaaa. Tam bir rezillik!. Nasıl bir utanma bende?. Ne var, ne yok ortada. Yalağın içindeyim. Yer yarılsa da içine girsem. Ben biliyorum tabii. Annem; bunu rezil olayım, karizmam çizilsin, itibarım beş paralık olsun, sokağa çıkamıyayım diye yapıyor. Mesele, emre itaatsizlik. Otoriteyi hiçe saymışız. Denilen zamanda eve gelmemişiz. Gelmez misin ?. Al sana!. Öyle olmaz böyle olur!. Bu sokak ortası ceza faslını, mahalledeki kızlar da izliyor ve sonra alay ediyorlar "Alii yi annesi yıkıyooo.. Auvvvvv" diyerek.
Bizimkisi, yokluğun ve çocukluğun tetiklediği bir üretim arzusu ve ellerimizi kullanarak hayallerimizi gerçekleştirme neşesinin her yerimize sindiği yıllar olarak geçti. Zaten hiç çıkmadı da içimizden. Hala Zihni Sinir bir meslekle uğraşıp üretmeye gayret içindeyiz. İçimizdeki çocuk şen ve mutlu olsun, ölmesin, hep yaşam sevinciyle kafasını çalıştırsın azmindeyiz. Ruhumuzun çocuğu o yıllarda hep yokluk çekmiş ya, seviyoruz tahta oyuncakları, uçakları, çizgi filimleri, animasyonları. Bir de baktık ki adam olacağız derken yaşlı bir çocuk olmuşuz. Bu sanal alemde gezerken çocukluktan sebep aşağıdaki gözümüze takıldı .Tek başına boğazımdan geçmedi. Biz inanırız ki; alındıkça değil verildikçe, paylaşıldıkça artar. Çoğalır...
Arkada oturanda en kadim arkadaşı. O da başka bir imtiyaz. Arabası olmayan bebeler, arabanın sahibi olan çocuğa dalgın ve yalvarır gözlerle bakıyorlar, bir turda kendileri binebilmek için. Fakat hey keyfin bir mihneti, bir cefası olacak ya. Arabanın sahibi bebe yokuş yukarı kendi bedenini taşırken, arkada oturan da beygir gibi arabayı da çekiyor yokuşun başına kadar. Yokuş başında araç sahibi bebe ön tarafa oturup, ayaklarını, ön iki rulmanın takılı olduğu aks benzeri tahtaya dayıyor. Alıyor eline, bu tahtaya bağlı ipleri. "Tamam" diyor, arkaya atlayacak bebeye. Arkaya binecek bebe de başlıyor öndeki bebenin sırtından itekleyerek hız kazandırmaya, rulmanlı arabaya. Yokuş aşşağı sallanacağı zamanda atlıyor arkaya. Eh ondan sonra.. Allahın selameti üstlerine olsun. Fren yok, zira. Yaradanım onlara ne hız verdiyse. Şen şakrak. Kahkahalar arş-ı ala da. Toz toprak. Surat kir içinde. Düşe kalka caddeye kadar sürat yapılıyor. Caddeden zaten günde ya iki bilemediniz üç araba geçiyor. Sabahtan akşama aynı terane. Kay aşağı, çık yukarı. Ne gamm ne kasavet. Tüm yaşam sevinciniz dört bilyalı tahta bir araba. Ama kendi ellerinizle yapmışınız.
Ahşaptan, bildiğiniz tahta evlerde oturuluyor o yıllarda. Rüzgar esdi miy di, bir taraftan girip arka taraftan çıkıyor. Ama herkesler mutlu. Akşam oldumuydu, annem çıkıyor mahalle çeşmesinin yanına bağırıyor;
-Aliiii.... Aliiiii !!(ne gür,ne ihtişamlı bir ses. Yedi mahalle Destur da)
Arabayı kapıp hemen annenin yanına gitmek, sokaktan ayrılmak ne zor. Ama gitmezsen, cennetten çıkma bekliyor adamı.
Annem soruyor;
-Ne bu halin ?
-Ne var ki ?
-Suratını köpek yalasa doyar, kirloş oğlum.. diyor annem.
Annem, iri kemikli güçlü, kuvvetli bir kadın. Bilyalı arabayı kırsa, kırar. Ama kırmıyor. Çünkü rulmanları babam getirmiş. Babamla, al takke ver külah olmak istemiyor. Öyleyse ne olacak ?. İçindeki tüm gergin naneler benden tahsil edilecek. Şöyle, kulaktan bir tutulup yanına çekiliyorum. Bakıyor dik dik gözlerimin içine. Allah! Allah!. Gözlerde cehennem kazanları kaynıyor. Sonraaa... Mevsim yaz sa, annem beni soğan gibi soyarak sokuyor, çeşmenin altınaaa. Tam bir rezillik!. Nasıl bir utanma bende?. Ne var, ne yok ortada. Yalağın içindeyim. Yer yarılsa da içine girsem. Ben biliyorum tabii. Annem; bunu rezil olayım, karizmam çizilsin, itibarım beş paralık olsun, sokağa çıkamıyayım diye yapıyor. Mesele, emre itaatsizlik. Otoriteyi hiçe saymışız. Denilen zamanda eve gelmemişiz. Gelmez misin ?. Al sana!. Öyle olmaz böyle olur!. Bu sokak ortası ceza faslını, mahalledeki kızlar da izliyor ve sonra alay ediyorlar "Alii yi annesi yıkıyooo.. Auvvvvv" diyerek.
Bizimkisi, yokluğun ve çocukluğun tetiklediği bir üretim arzusu ve ellerimizi kullanarak hayallerimizi gerçekleştirme neşesinin her yerimize sindiği yıllar olarak geçti. Zaten hiç çıkmadı da içimizden. Hala Zihni Sinir bir meslekle uğraşıp üretmeye gayret içindeyiz. İçimizdeki çocuk şen ve mutlu olsun, ölmesin, hep yaşam sevinciyle kafasını çalıştırsın azmindeyiz. Ruhumuzun çocuğu o yıllarda hep yokluk çekmiş ya, seviyoruz tahta oyuncakları, uçakları, çizgi filimleri, animasyonları. Bir de baktık ki adam olacağız derken yaşlı bir çocuk olmuşuz. Bu sanal alemde gezerken çocukluktan sebep aşağıdaki gözümüze takıldı .Tek başına boğazımdan geçmedi. Biz inanırız ki; alındıkça değil verildikçe, paylaşıldıkça artar. Çoğalır...
Hayal etmekden vaz geçmemiş ve bunları gerçekleştirmeye çalışan bir mucit. Animasyon Columbia ve Sony işbirliği ile hazırlanmış ve 2009-2010 sonbaharında vizyona girecek. Şiddet ve dehşet içermiyor. Gökten yağan pizzalar, köfteler, kekler, çörekler. Yaratıcılık ve hayal etmek üzerine kurulmuş herşey. Ve iştah açıcı üstelik. Fakat ne yazık, arkamızdan hiç ayrılmayan Sam Amca nın hayat tarzını burnumuza dayasa da kendimizinkini üretene kadar, çare yok seyredeceğiz.
Not: Cola(Koka Suyu) ve PopCorn(Patlamiş Misir) girişte var mış. Ama ücretliy miş. Fiatlar üstünde yazıyor muş. Paralar kumbaraya atılacak mış. Atmayanları çıkışta Annem bekliyoo olacak mış. Benden söylemesi... Çeeşşmee.. Çeeşşmee...
Not: Cola(Koka Suyu) ve PopCorn(Patlamiş Misir) girişte var mış. Ama ücretliy miş. Fiatlar üstünde yazıyor muş. Paralar kumbaraya atılacak mış. Atmayanları çıkışta Annem bekliyoo olacak mış. Benden söylemesi... Çeeşşmee.. Çeeşşmee...
Önemli Not: Blogger tarafından kaybedilen yorumlarınızın yedeklenmiş olan bir kısmı aşağıdaki gibidir. Blogspot 17 Ağustos 2009 ile Ocak 2010 arasında bırakılmış dünya üzerindeki binlerce okuyucunun kayıtlarını yok edip hala bir çözüm getirmemiştir.
Etiketler: Küçük Hikayeler
Tornete kardeşim binerdi de ben cıyak cıyak bağırırdım ben de bineceğim diye.Olmadı tehdit ederdim bir açığını bulup"Anneme söylerim bindirmezsen" diye:)
Animasyon çok güzel.Buram buram sam amca koksa da. Anne'ye selamlar ücretleri hazırladık bekliyoruz filmi.
Sevgiler
Hiiii ! Tornete Binen Çınar isminde bir Kız
Bak. Şimdi pirelendim. Beni çeşmede annem yıkarken seyredenlerden biri olmayasın sen Çınar. Blog u terk etmek zorunda kalırım. Çok utandım şimdi. Söylemezsen bende hala bir tornet var yokuş aşağı bineriz.
Hoş geldin içi çocuk, ruhu hanımefendi insan.
Sevgiler.
Banane ,banane ben devamını da izlemek istiyorum!!!Birde şu dev pancakelerden biri benim önüme düşse ne iyi olurdu…
İşin şakası bir yana,bizim çocukluğumuzda çok farklı geçmedi.O tahta kılıçlarla bizde az kafa göz yarmadık.Birde inşaatlardan elde ettiğimiz plastik borular ve adama denk geldi mi bayağı can yakan çitlenbiklerimiz vardı.Sizin kadar olmasa da bizde yoklukta büyüdük ama şimdiki çocuklarda maalesef olmayan değerli bir hazinemiz vardı;Yaratıcılığım…
Sevgiyle Kalın..
ben hiç tornete binmedim ama şimdi hem o tornetin arkasında kadim arkadaş olmak hemde kendimi rüzgara bırakmak istedim.. güzel zamanlarmış,doya doya çocukluğu yaşamak bu olsa gerek! imrendim Ali Abi..
Dosttan ince bir sitem geldi bizlere,
"Dost semtimize uğramaz olmuş" demişsin,
Sanki Bu sitem değil, serzeniş miydi ne?
4 tekerli Tornete binip gelesimiz geldi.
Can dost Ali;
Ne güzel anlatıyorsun, negüzel resimleyip konuşturuyorsun geçmişi, unuttuk sandıklarımızı ne güzel çekip kulağından taa bugüne getiriyorsun .O sana dik dik bakan, karizmanı çizen,"suratını köpek yalasa doyar" diyen 7 mahalleyi destura durduran anacığının da ellerine yüreğine sağlık senin gibi bir evlat yetiştirdiği için.Sevgilerimle.
Oooo, sadece o kadar mı? Komen de oynardım benn oynatmazlarsa basardım yaygarayı.Kardeşim kızlar evcilik oynuyor git onlarla oyna diye başından savmak isterdi ama başaramazdı.Sonraaa, evin yanındadi yüksek tepeden kızakta kayardım yine oğlanlarlaa:) Eve gelince de bir ton azar işitirdim tabi Annem den. "Bıktım senden. Nasıl temizlenecek saçın başın şimdi"diye. Upuzundu saçlarım vardı ve toz toprak içinde kalırdı arındıramazdı kadıncağız yıkayarak:))
Ben sokakta oynayarak büyüyen o şanslı nesildenim.
Eskiden sokakta oynadığımız oyunları konu ettiğim bir postum var sayfamda.
Sevgiler
Sevgili Başak!
Filmin devamı ne yazıkki sonbaharda. Sokak kültürüyle büyümüş, oyun oynamış son nesil hanımlardan biri olduğun anlaşılıyor. Sokakta büyümek insanı hayatta bir sürü şeye karşı güçlü kılıyor. Donanımlı bireyler yaratıyor. Azıcıkda olsa birlikte hatırlayalım istedim.
Sevgiler.
Sevgili Aşk ve Zehir!
Buralara gelirsen birlikte biner çocuk çocuk bağırır, kahkahalar atar yürek dolusu güleriz. Anlatmaktaki amaç paylaşmak ve birlikte hissetmekti. Duyumsadığına ve keyif aldığına sevindim.
Sevgiyle.
Can Dost Sufi!
OOO senin tornet pek yakışıklıymış. Bilyaları da ışıl ışıl. Benimkisi ne sitem ne de serzenişti. Özleyişti, hasret kalmaktı dost bağına, dost sohbetine. Anneme ileteceğim söylediklerini. Teşekkür ediyorum. Gelişin gönlüme şerbet oldu. Hanedekilere selam ve sıhhat ve bir de bereket diliyorum.
Sevgili Çınar!
Tam çılgın kızmışsın. Erkeklerden kalır yanım yok. Siz oynarsınız da ben niye oynamayayım? Çok şeker. Zannediyorum aynı yaşlardayız. Ben senin yorumlarınıda pek bir seviyorum. İsmi olmasa yorumunun okusam derim ki; işte bu çınarın yorumu. Sen de insanı, dostları kavrayan iyi bir enerji var. Bunun adının ne olduğunu bilmiyorum. İnsan sevgisi olsun adı. Belki inanmayacaksın ama dün akşam, kendi kendime dedimki; Çınar Hanıma yazayım, nasıl olsa aynı yaşlardayız. Mim de olmasın. Acaba o günlerde kızların oynadığı oyuncakları ve oyunları yazarmı ? diye. Bir de ne göreyim zaten yazmışsın. Her şey insanı sevmek ve selim bir kalp ile oluyor sevgili Çınar.
Tekrar iyiki geldin güzel insan, güzel çocuk.
Teşekkürler ve Sevgiyle.
Ben birkaç yaş daha büyüğüm. Aynen de öyle ben hala çocuğum.Ahh bir de şu arada sırada yaşımı hatırlatan hain ağrılar olmasa:) Ne güzel şeyler yazmışsın kanat taktım uçuyorum. Teşekkürler
Sevgiler
Sevgili Çınar!
Bi kaç tane bi şeyin ne önemi var. Bu kadar yıl sonra bulmuşum iyi arkadaşlar, güzel güzel, çocuk, çocuk oynuyoruz. Sorma o ağrılardan bende de var. Bazen durmam gerektiğini ve tabiatı hatırlatıyorlar. Olsun sonra ağrılarımızı anlatırız birbirimize.
Sevgiyle.