Resimli Hikayeler Etiketi altında, KartPostallar benzeri bir hikayeler serisi yazmaya karar verdik ki; fotoğraf merakımızdan ötürü. Bir hikayesi olmak kaydı şartıyla, hep sevgiye dokunulan anları yakalamaya gayretim oldu. Karelerin arkasındaki yaşanmışlıkları her zaman asıl aktörlerinden öğrenerek kayıt altına almaya gayret ettim. Hal tercümesi ise, iz bırakan kareler bunlar ruhumda.
Ruhunuza ikram olsun ,ben bir bayram şekerliği misali. Uzanıp alması ise sizlerin can-a yakınlığı diyelim.
Etiketler:
Resimli Hikayeler
Yer: Torosların en batı uçlarından bir tanesi olan Karanfilli Yaylası. Yaklaşık 1400 metre yükseklikte. Yolu izi pek müşkül ve kuvvetli kar yağışı alan bir dağ köyü. Bir bakkalı dahi yok. Varın, düşünün şehirdeki bebelerin şansını. Her yerde sessizlik ve kimsesizlik var. Onlar iki kardeş; kızkardeşin adı Hatice, ağabeyin adıysa Yusuf. Çöllerde, ağabeyleri tarafından kuyulara atılan Yusuf gibi. Ahh! O Yusuf ! ki okursanız insanı yerle yeksan, harab-ı turab eder hikayesi. Bizim Yusuf çocuğumuzda öyle.
Yusuf 11, kız kardeşi Hatice de 8 Yaşında. Fakat yüzlerinde ağır yaşanmışlıkların derin çizgilerinin yarattığı büyük insan halleri var. İkisi de hiç okula gitmemiş. Zaten köyde okul da yok. Hatice köyde, 1 yıl süreyle yaşamış Ankaralı bir ziraat mühendisi hanımdan alfabe ve birazda okuma öğrenmiş.
Yusuf çocuksa keçi çobanı. Dağlarda sabahtan akşama keçi güdüyor. Onlara, köye giren patikanın yanındaki kiraz ağacının altında rastlıyorum. Yusuf ayakta, Hatice ise yere çömelmiş bir gazete parçasına bakıyor ve yüksek sesle okumaya gayret ediyor. Hani o bildik, uzata uzata "aa" lı, "ee" li seslerden dökülüyor yamaca. Yaklaşıyorum usulca. Biraz dikkat edince fark ediyorum ki; Eyvah! ama ne Eyvah! bende. Yandı içim ki, yangın yeri lafı nafile kalır, içimin ateşle feryadına. Yusuf Çocuğum görmüyor. Kız kardeşi ona okuyor gayretince...
Beni görünce Hatice de ayağa kalkıyor abisinin yanında. Ellerim hem titriyor hemde basıyorun deklanşöre an-ı, duyguları kaybetmeyeyim kaygısıyla. Kız kardeş, yerdeki kirazlardan toplamış ufak bir kovaya. Hatice bana bir sap kiraz uzatıyor. Kulağıma takıyorum dedemin ruhuna. Hatice gülünce Yusuf ta tebessüm ediyor. İsim öğrenme ve tanışma faslından sonra Yusuf'un hikayesini öğreniyorum. Soğuk bir kış akşamı, keçi gütmekden dönüşünde gözleri sulanıyor, ovuşturuyor. Sonra çapaklanır gibi iltahaplanıyor. Köyde bakkal bile yok, sağlık ocağı nerde olsun. Geçer ümidiyle çay sürüyorlar ama nafile. Dikkat etmiyorlar, tabiattan bilerek. Ama bir sabah Yusuf'un gözleri dünyaya fersiz ve boş bakmaya başlıyor. Kararıyor o çocuk dünyasının şekilleri, renkleri. Oysa bir çeşit göz nezlesi Yusuf. Götürseler kente, bakmayacak gözleri ışıltısız ve dalgasız denizler gibi.
Az biraz sohbetten sonra kopasıca dilim o melanet soruyu soruyor Yusuf'a;
"Keçi gütmek zor olmuyor mu Yusufum ?" diyorum.
O sırada Hatice elini tutmuş ağabeyinin sıkıca, bırakmıyor.
"Hatice'yle gidiyoruz. Benim Gözlerim O" diyor.
Dönüyorum arkamı. Hıçkırarak ağlıyorum ve yürüyorum patikadan aşağı. Yusuf kurtulmuş. Halas olmuş. Artık benim, kuyudaki Yusuf. Bağıra, çağıra ağlıyorum. Yırtayım üstümü başımı. O dağ köyünde kafama vurmuşlar ki hem de ne vurmak... Alıp çıkarayım yerlerinden, vereyim bu nafile vucuttaki gözleri. Gelsin tekrar geriye Yusuf'un çocukluk neşesi, hayaller kursun, çocuk çocuk baksın yine...
Sonrasında Yusuf'u, muayene ettirdik ama çok geç kalınmış. Dinlemeyi sevdiği kitapları okuması için bir okula gitmesi yönünde ikna etmeye çok çalıştım. Fakat nafile. Küsmüştü bir kere herşeye. Artık Dünyasında Dağlar vardı.., bir de Haticesi.
Kıssa : 1000 ler ile 1300 ler arasında Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli ile Anadolu Aydınlanması yaşanır. Kurtuluş Savaşı da bu mantık ve ruhtadır. II. Anadolu Aydınlanmasıdır. Biz inanırız ki, irşad olanların irşad etme sorumluluğu vardır. Büyük şehirlerde, aslında körler-sağırlar gibi birbirimizi ağırlayıp duruyoruz. Vakit belki de gecikmiş, Anadoluya çıkmak için. Fakat iş, işten geçmiş değil. El kadar bebelere alfabeyi, okumayı öğretmek için. Ve arkanızda, o minik ruhta küçük bir iz bırakabilmek için...
Yusuf 11, kız kardeşi Hatice de 8 Yaşında. Fakat yüzlerinde ağır yaşanmışlıkların derin çizgilerinin yarattığı büyük insan halleri var. İkisi de hiç okula gitmemiş. Zaten köyde okul da yok. Hatice köyde, 1 yıl süreyle yaşamış Ankaralı bir ziraat mühendisi hanımdan alfabe ve birazda okuma öğrenmiş.
Yusuf çocuksa keçi çobanı. Dağlarda sabahtan akşama keçi güdüyor. Onlara, köye giren patikanın yanındaki kiraz ağacının altında rastlıyorum. Yusuf ayakta, Hatice ise yere çömelmiş bir gazete parçasına bakıyor ve yüksek sesle okumaya gayret ediyor. Hani o bildik, uzata uzata "aa" lı, "ee" li seslerden dökülüyor yamaca. Yaklaşıyorum usulca. Biraz dikkat edince fark ediyorum ki; Eyvah! ama ne Eyvah! bende. Yandı içim ki, yangın yeri lafı nafile kalır, içimin ateşle feryadına. Yusuf Çocuğum görmüyor. Kız kardeşi ona okuyor gayretince...
Beni görünce Hatice de ayağa kalkıyor abisinin yanında. Ellerim hem titriyor hemde basıyorun deklanşöre an-ı, duyguları kaybetmeyeyim kaygısıyla. Kız kardeş, yerdeki kirazlardan toplamış ufak bir kovaya. Hatice bana bir sap kiraz uzatıyor. Kulağıma takıyorum dedemin ruhuna. Hatice gülünce Yusuf ta tebessüm ediyor. İsim öğrenme ve tanışma faslından sonra Yusuf'un hikayesini öğreniyorum. Soğuk bir kış akşamı, keçi gütmekden dönüşünde gözleri sulanıyor, ovuşturuyor. Sonra çapaklanır gibi iltahaplanıyor. Köyde bakkal bile yok, sağlık ocağı nerde olsun. Geçer ümidiyle çay sürüyorlar ama nafile. Dikkat etmiyorlar, tabiattan bilerek. Ama bir sabah Yusuf'un gözleri dünyaya fersiz ve boş bakmaya başlıyor. Kararıyor o çocuk dünyasının şekilleri, renkleri. Oysa bir çeşit göz nezlesi Yusuf. Götürseler kente, bakmayacak gözleri ışıltısız ve dalgasız denizler gibi.
Az biraz sohbetten sonra kopasıca dilim o melanet soruyu soruyor Yusuf'a;
"Keçi gütmek zor olmuyor mu Yusufum ?" diyorum.
O sırada Hatice elini tutmuş ağabeyinin sıkıca, bırakmıyor.
"Hatice'yle gidiyoruz. Benim Gözlerim O" diyor.
Dönüyorum arkamı. Hıçkırarak ağlıyorum ve yürüyorum patikadan aşağı. Yusuf kurtulmuş. Halas olmuş. Artık benim, kuyudaki Yusuf. Bağıra, çağıra ağlıyorum. Yırtayım üstümü başımı. O dağ köyünde kafama vurmuşlar ki hem de ne vurmak... Alıp çıkarayım yerlerinden, vereyim bu nafile vucuttaki gözleri. Gelsin tekrar geriye Yusuf'un çocukluk neşesi, hayaller kursun, çocuk çocuk baksın yine...
Sonrasında Yusuf'u, muayene ettirdik ama çok geç kalınmış. Dinlemeyi sevdiği kitapları okuması için bir okula gitmesi yönünde ikna etmeye çok çalıştım. Fakat nafile. Küsmüştü bir kere herşeye. Artık Dünyasında Dağlar vardı.., bir de Haticesi.
Kıssa : 1000 ler ile 1300 ler arasında Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli ile Anadolu Aydınlanması yaşanır. Kurtuluş Savaşı da bu mantık ve ruhtadır. II. Anadolu Aydınlanmasıdır. Biz inanırız ki, irşad olanların irşad etme sorumluluğu vardır. Büyük şehirlerde, aslında körler-sağırlar gibi birbirimizi ağırlayıp duruyoruz. Vakit belki de gecikmiş, Anadoluya çıkmak için. Fakat iş, işten geçmiş değil. El kadar bebelere alfabeyi, okumayı öğretmek için. Ve arkanızda, o minik ruhta küçük bir iz bırakabilmek için...
Başak BAŞOL on Temmuz 30, 2009 dedi ki...
YanıtlaSilDağıldım....
Zaten ağlamaya meyilli gözlerdi yazıyı okuyan,kendime mi ağlayayım onlara mı bilemedim...
Bende kalkmış kadına hak hukuk diyorum değil mi???
Keşke görmeseydi gözlerim bu yazıyı bugün...Ama ne gelir elden...
Bazılarımız göremediklerinden bazılarımız gördüklerinden çekiyor bu hayatta..
Bugün günümde değilim sanırım en iyisi susmak!!!!
Ellerinize ve o güzel yüreğinize sağlık..
Sevgiyle KALIN
sufi on Temmuz 30, 2009 dedi ki...
YanıtlaSilDili acı söyler gönlü yaralı yar
Kimin gözü görür kiminin ki lal
Kimin sofrasında bal börek
Kiminde kuru ekmek soğan: bal
Cemaliyle celaliyle ayan olan yar
Kimine verir elbise yakası işlemeli
Kimine çaput giydirir paçası eğri
Bırakıp da yaban ele mi gitmeli?
Yabanda da görünür sevgili yar,
Kılıcı kesmez ama böyle yaralar
Yanan gönülleri neylesin ağyar
Gözünden akan yaş yari yaralar.
Benim de sözlerinle yaktın gönlümü
Dilek'in dilinden O böyle söyledi.
Sevgilerimle.
Tarki on Temmuz 30, 2009 dedi ki...
YanıtlaSilCesaretimizi toplayıp, kendimize yardım edemezken nereye gidiyoruz ki? Başkalarının yaralarını sararak iyileşecek mi? Sanıyorsun içindeki yaralar. Ama bir nebze merhem sürmüş olursun belki..
Tarki on Temmuz 30, 2009 dedi ki...
Bu arada yine içimi alt üst eden bir yazı yazmışsın Ali Abim. Fotoğraf da bu yazı ile çok farklı anlamlar kazandı. Ellerine sağlık.
Çınar on Temmuz 30, 2009 dedi ki...
Ne acı bir hikaye! Ve siz yine ne güzel dile getirmişsiniz. Yüreğinize sağlık...
Nice Haticeler nice Yusuflar var, anadoluda yitik. Bakmadan geçtiğimiz, bakıp ta görmediğimiz. Bırakın uzak köyleri yakınımızda hemen yamacımızda ne acı hayatlar yaşanıyor.
Yazık ki,kendi yaşam telaşımız kaygılarımız doymazlıklarımız içinde unutmuşuz başkalarını...
Sevgiler
Elif..den on Temmuz 31, 2009 dedi ki...
YanıtlaSilYazıyı okurken içimdeki gözyaşları hep içime aktı..
Yazık...
Onlar daha top oynama,ip atlama çocukları,bu kadar sorumluluk ve bu yaş...
Yusufuma çok üzüldüm,yokmuymuş orada bir okumuş yazmış,söyleseymiş yusufumu götürselermiş,yazık bu yaşta etrafı zifiri karanlık,içini siz düşünün....
asya selda on Ağustos 05, 2009 dedi ki...
YanıtlaSillise yıllarıma kadar lisede bir ilçeydi fazla bir şey değildi yani,hep böyle karelerin çekilebileceği yerlerde yaşadım.babamdan dolayı,
ve her iki senede böyle yerden dahada kötülerine sürüldük yine babamdan dolayı.
ama pişman değildi söylenmesi gerekenler söylenmeliydi.
olsun ordaki çocuklarda dogruları bilmeli görmeliydi..
büyüdüm bende babam oldum
20 sene sonra bile orası gibi bir yer kalmış ki oralara gittim..
babam gibi görülmeyeni görmek söylenmeyeni söylemek için.
bu karelerdeki gibi bir çok çocugum oldu..
onların bunlardan tek farkı ve tek şansı bir sınıfları ve bir öğretmenleri olmasıydı.
beş sınıf bir aradada olsa okuma yazma öğrenebiliyor olmalarıydı..
yıllarca eşeklerle su taşıyıp kargaların otlarla doldurdugu bacaları temizleyip,odun kırıp
yinede orda olmaktan vazgeçmedim.
atanırken bile dua etmiştim bu karelerde olmak için.oldu kimine göre delilikti benim için ise müthiş bir deneyi ve unutulmaz anılardı...
bu fotograf beni o günlerin özlemine aldı götürdü ...
sevgiler teşekürler
öykü on Ağustos 06, 2009 dedi ki...
YanıtlaSilÇok kötü oldum..
Alı abı yıne o muhtesem kalemını konusturmussn..
Oyku Alı abısını özledı.