Basamaklarda ben öylece omuzları çökmüş, ağlıyordum usulca. Gözyaşlarım birer birer yanaklarımdan kayıp elinin üstüne damladığında uzanıp yanağınla silmiştin o tuzlu ufacık taneleri. Kurutmak ister gibi sonsuza değin. Şaşırmış ama bu derin sevgi gösterisini uçsuz bucaksız sevmiştim. Ve hiç iğrenmemiş, hatta posta pullarını yalarken hissettiklerime benzer şeyler duyumsamıştım. Birbirimize tek kelime dahi söylememiş olsak da, biz an'ı yaşarken olanları ve olması muhtemel duyguları Madam Eleftari görmüştü. Bilmişti, hissetmişti tüm yaşadıkları ve o genç kızlık günlerinin sevgisiyle. Ve akşam yemeğine davet etmişti ikimizi, bahçeye.
Nasıl girmiştik ? Eleftarinin bahçesine, kolumda sen ve o serin rüzgar. Biz girdiğimizde, bahçe usulca ürpermişti. Tüm bitkiler titremişti iç geçirir gibi. Sakız gibi bir örtünün kucakladığı masada uzo, balık vardı. Bir de madam Eleftarinin hazırladığı mezeler. Ağaçta renkli küçük ampuller vardı, yüzünü gökkuşağı kılan rüzgarla sallandıkça. Maviydi sandalyelerimiz. Yanyana otururken o kadar naif ve naziktin ki hep gözlerime, gözlerimin içine baktın sen. Seviyordun sende, göz bebeği yakalama oyununu benim gibi.
Ben değilmiydim ? İsteyen ...
Hep Ege den, Ege adalarının birinden bir sevgili için yalvaran evrene ve Allaha. İçim, canıımınn taa içi olacak. Akşamüstlerinde kayrak taşları ıslanmış bahçenin kapısında ayak seslerimi dinleyecek, geç kaldığımda sesini rüzgarla bana o şarkıda salacak. Beni senin baktığın gibi deniz kenarında sulara dalıp dalıp da özleyecek olanı. Dönüşümde can bahçesi sulanmış gibi ferahlayacak, tebessüm edecek olanı. Beni her an, hülyalara sarmalayanı.
Ve yanıbaşımda oturuyordu şimdi, ellerimle sevebileceğim kadar yakınımda.
Elleriyle yedirmişti ayıkladığı balıkları sana, alkolün hülyalı, gevşek denizlerinde pür neşe, tam yelken giden ben. Kayıktım ben, dümenimde sen. Masada beğenmeyeceğin hiçbir şey olmaması için bir sihirbaz çabasıyla hareket eden ben. Bana hep tebesüm edip gözlerini ayırmayan sen.
Oysa düşünmemiştik ki, ikimiz de geceyi ve sabahı. Bir ara mutfağı merak edip gittiğinde, Madam Eleftari bana "Aşıktır sana. Kaçırmalısın Onu. Götür Buralardan, Kaçın. Öksüzdür, Kimsesi yoktur" demişti. İsmini bile bilmediğimi bakışlarımdan anlayan madam "seni "Dora" diye çağırdıklarını, "Theodora" dan kısalttıklarını söyledi. Bir kraliçe ismiydi "Theodora". Sevmiştim adını da senin gibi. Ama yoktu ki gidecek bir yerimiz birbirimizi yaşamak için sandaldan başka. Oysa sana muhteşem bir gece armağan etmek için uzo bardağının dibinde gezinen ben'in kollarında çoktan uykulara düşmüştün sen. Titriyordun. Çekmedim, başını ve boynunu seven elimi. Parmak uçlarımdaki sevgim haricinde dondurmuştum tüm gövdemi senin daha da rahat olman için. Sadece gözlerimle seviyordum seni. Ve Eleftari masayı toplayıp çoktan ışıkları söndürmüştü bile.
Yalı boyu sandala kadar kristal bir eşyayı taşır gibi kollarımda götürmüştüm seni. Sandala atlarken sıkı sıkı sana sarılıp göğsüme bastırmıştım kaybetmemek ister gibi. Farş tahtalarının üstüne serdiğim eski bir yelken bezinin üstünde ben, benim göğsümde de sen, yıldızların altında dalıp gitmiştik sabaha.
O sabah için nasıl pişmanım şimdi bir bilsen ?. Hani köpekler gibi derler ya, aynı öyle. Bana güvenmiş ve teslim olmuştun. Fakat seni meydanda ki banka oturtup "Bekle! Birazdan geliyorum" derken yalan söylemiş, rezilleşmiştim. Aşağılık bir haldeydim. Sana "Bekle" derken aslında seni terkediyordum, sırf güçsüz ve kararsız olduğumu kendime itiraf etmemek için. Terk edip kaçtığım aslında sen değil kendimdim. Ruhumun başkentini tahliye ediyordum. İçimi boşaltıyordum ama ben bilmiyordum. Arkamdan meydanın ucundaki sokağa sapana kadar baktın durdun. Rodos'a giden ilk gemiye attım kendimi. Sen görme diye sahil yerine üst sokaktan gitmiştim ama kimi aldatıyordum ki ben ?.
Sen biliyordun, herkes biliyordu. Bir tek ben bilmiyordum. Kendini akıllı zanneden ben. Teslim olmayan. Cesaretsiz Ben...
Etiketler:
Cam Kırıkları,
Küçük Hikayeler
Nasıl girmiştik ? Eleftarinin bahçesine, kolumda sen ve o serin rüzgar. Biz girdiğimizde, bahçe usulca ürpermişti. Tüm bitkiler titremişti iç geçirir gibi. Sakız gibi bir örtünün kucakladığı masada uzo, balık vardı. Bir de madam Eleftarinin hazırladığı mezeler. Ağaçta renkli küçük ampuller vardı, yüzünü gökkuşağı kılan rüzgarla sallandıkça. Maviydi sandalyelerimiz. Yanyana otururken o kadar naif ve naziktin ki hep gözlerime, gözlerimin içine baktın sen. Seviyordun sende, göz bebeği yakalama oyununu benim gibi.
Ben değilmiydim ? İsteyen ...
Hep Ege den, Ege adalarının birinden bir sevgili için yalvaran evrene ve Allaha. İçim, canıımınn taa içi olacak. Akşamüstlerinde kayrak taşları ıslanmış bahçenin kapısında ayak seslerimi dinleyecek, geç kaldığımda sesini rüzgarla bana o şarkıda salacak. Beni senin baktığın gibi deniz kenarında sulara dalıp dalıp da özleyecek olanı. Dönüşümde can bahçesi sulanmış gibi ferahlayacak, tebessüm edecek olanı. Beni her an, hülyalara sarmalayanı.
Ve yanıbaşımda oturuyordu şimdi, ellerimle sevebileceğim kadar yakınımda.
Elleriyle yedirmişti ayıkladığı balıkları sana, alkolün hülyalı, gevşek denizlerinde pür neşe, tam yelken giden ben. Kayıktım ben, dümenimde sen. Masada beğenmeyeceğin hiçbir şey olmaması için bir sihirbaz çabasıyla hareket eden ben. Bana hep tebesüm edip gözlerini ayırmayan sen.
Oysa düşünmemiştik ki, ikimiz de geceyi ve sabahı. Bir ara mutfağı merak edip gittiğinde, Madam Eleftari bana "Aşıktır sana. Kaçırmalısın Onu. Götür Buralardan, Kaçın. Öksüzdür, Kimsesi yoktur" demişti. İsmini bile bilmediğimi bakışlarımdan anlayan madam "seni "Dora" diye çağırdıklarını, "Theodora" dan kısalttıklarını söyledi. Bir kraliçe ismiydi "Theodora". Sevmiştim adını da senin gibi. Ama yoktu ki gidecek bir yerimiz birbirimizi yaşamak için sandaldan başka. Oysa sana muhteşem bir gece armağan etmek için uzo bardağının dibinde gezinen ben'in kollarında çoktan uykulara düşmüştün sen. Titriyordun. Çekmedim, başını ve boynunu seven elimi. Parmak uçlarımdaki sevgim haricinde dondurmuştum tüm gövdemi senin daha da rahat olman için. Sadece gözlerimle seviyordum seni. Ve Eleftari masayı toplayıp çoktan ışıkları söndürmüştü bile.
Yalı boyu sandala kadar kristal bir eşyayı taşır gibi kollarımda götürmüştüm seni. Sandala atlarken sıkı sıkı sana sarılıp göğsüme bastırmıştım kaybetmemek ister gibi. Farş tahtalarının üstüne serdiğim eski bir yelken bezinin üstünde ben, benim göğsümde de sen, yıldızların altında dalıp gitmiştik sabaha.
O sabah için nasıl pişmanım şimdi bir bilsen ?. Hani köpekler gibi derler ya, aynı öyle. Bana güvenmiş ve teslim olmuştun. Fakat seni meydanda ki banka oturtup "Bekle! Birazdan geliyorum" derken yalan söylemiş, rezilleşmiştim. Aşağılık bir haldeydim. Sana "Bekle" derken aslında seni terkediyordum, sırf güçsüz ve kararsız olduğumu kendime itiraf etmemek için. Terk edip kaçtığım aslında sen değil kendimdim. Ruhumun başkentini tahliye ediyordum. İçimi boşaltıyordum ama ben bilmiyordum. Arkamdan meydanın ucundaki sokağa sapana kadar baktın durdun. Rodos'a giden ilk gemiye attım kendimi. Sen görme diye sahil yerine üst sokaktan gitmiştim ama kimi aldatıyordum ki ben ?.
Sen biliyordun, herkes biliyordu. Bir tek ben bilmiyordum. Kendini akıllı zanneden ben. Teslim olmayan. Cesaretsiz Ben...
sufi 22 Temmuz 2009 at 3pm
YanıtlaSilHikayenin birinci bölümüne yorumumda" eğer giden SENSEN "demiştim… Anlaşılan özel ulak SENİ geri getirmiş ona!Gidenler, bıraktıklarını aynı yerde bulacaklarını sansalar da,kalanın acısı daha büyük oluyor anlasana.ONU Rüzgara sor, madam Eleftari'ye sor, sandala sor…DORAAAAAAAAAA diye seslen!Belki onu gören duyan ondan haberler verir sana.Sevgilerimle.
Başak BAŞOL 22 Temmuz 2009 at 3pm
YanıtlaSilİçim acıdı,gözlerim doldu…Ağlamamak için zor tuttum kendimi,hani dokunsalar ağlayacak derler ya,işte öyleyim şimdi.
İstedim ki geri dönsün adam,neyse kaçma sebebi bulunsun bir çaresi,hatta birlikte bulsunlar.Son anda bir şey olsun ve gitmesin,gidemesin…
Bu kadar etkilendiğime göre anlayacağınız üzere usta ellerden çıkmış bu hikaye…
Umarım sadece hikayedir…
Sevgiyle Kalın
Elif..den 22 Temmuz 2009 at 4pm
YanıtlaSilAh dora güneşi üstüne giyen kız…
Ben böyle degildim be canım..
İnsanlar kimliğimi bilmeden yaşadım…
Sen geldiğinde gözlerime,kimliğimi ellerime vermeye çalıştıgında ben kaçtım..
çünkü alışmıştım kimliksiz yaşamaya…Ah dora güneşi üstüne giyen kız,kızım….
öykü 22 Temmuz 2009 at 9pm
YanıtlaSilÖylesıne üzgunum kı
bısey yazamıycam..
Tarki 23 Temmuz 2009 at 11am
YanıtlaSilAli abi o kadar güzel bir anlatımın var ki her hikayende birebir yaşıyormuş gibi oluyorum olayı. Çok üzüldüm Dora 'ya. Çok kızdım sana. Ama biliyorum ki sen de çok kızdın kendine.
Yarın kucaklaşmak üzere diyorum :)
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 1pm
YanıtlaSilSevgili Sufi !
Yorumların beni hep sevindirdi ve etkiledi. Cevap yazma sorumluluğumu hikayenin bitiminde gerçekleştirmeme umarım izin verirsin
sevgiyle.
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 1pm
YanıtlaSilSevgili Başak !
Yine geldin hoşgeldin. Bak seni üzdük. Bi hal çaresi buluruz. Cevap yazma sorumluluğumu hikayenin bitiminde gerçekleştirmeme umarım izin verirsin
sevgiyle.
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 1pm
YanıtlaSilSevgili Elif!
Dikkatli bir hanımefendisin. Saklıdığım sembolizmalardan bir tanesini yakalamışsın. Işıltılı olanını. Helios a dair olanını. Hem de bir de üstüne çook hoşça yazmışsın. Ellerine aklına ruhuna sağlık. Sen de ışık gibi etrafını aydınlatan bir kız olman dileğimle sevgiyle kal.
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 1pm
YanıtlaSilSevgili Öykü Kız !
Başak gibi sende çok etkilenmişsin. Ali abin sana güzel bir öykü yazar. Öykü Kızı da çok sevinir.
Yazdığın için teşekkür ederim.
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 2pm
YanıtlaSilCanım Tarkim!
Ben senin Ali Abinim ya, Kuzguna Yavrusunun dünya tatlısı olması misali ben de sana latif, lisanımızda münasip gözüküyor. Çok sağolasın. Aslında bizi konuşturana bakmak lazım. Ben deki güzellik on para etmez sendeki AŞK olmazsa.
Sevgiyle
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 2pm
YanıtlaSilSevgili Başak!
Yarım kaldı kusura bakma. Usta diyerek naif davranmış, letafet göstermişsin. Usta olmak kim biz kim ?. Biz sadece Sizi sizlere söyleyen fakir bir gezgin hikaye anlatıcısından gayri bir şey değiliz. Yani sözün kısası seni güldürelim. Biz bir çeşit "Uydurukçu" yuz.
Tebessüm içinde kal.
SMİLENA 23 Temmuz 2009 at 9pm
YanıtlaSilküçük prensi bende çok severim.siz gülünüzü buldunuz mu?….
Ali İkizkaya 23 Temmuz 2009 at 10pm
YanıtlaSilSevgili Smilena!
Zor yerden sormuşsun soruyu. Ne desem, aramakla geçirilmiş bir hayat ama hala avuçları boş bir çocuk desek kesermi sizi. Anlatırmı bizi bilmem.
Hoş geldiniz. Dürüst geldiniz. Her zaman geliniz. Ziyaretiniz sevindirir.
Sevgiyle.
Başak BAŞOL 23 Temmuz 2009 at 11pm
YanıtlaSilAli Abi,
Bundan sonra size Abi diyeceğim izniniz olursa.(sebebi Sahibine Mektuplar'da mevcut)
Önemli olan bizim üzülmemiz değil,çünkü ben sonu kötü biten filmlerde de üzülür,hatta hiç utanmam ağlarım.Ama sonra derim ki Başak kızım bu bir film.Bunun senaristi var,setçisi,ışıkçısı var..ve gerçek hayata geri dönerim..
Umarım bu da onlar gibidir.Hayel dünyanızda yaratırmış ve orada son bulmuştur.Çünkü sahibini bizim üzülmemizden daha çok etkilemişe benziyor…
Sevgiyle Kalın…
Çınar 25 Temmuz 2009 at 9pm
YanıtlaSilİnsan bir kere tadarmış gerçek aşkı ömründe.
Bulunca bu kadar kolay vazgeçmek olur mu?
Çok yazık olmuş…
Sevgiler
UFUK ÇİZGİSİ 31 Temmuz 2009 at 7pm
YanıtlaSilÇok güzel..gerçek aşkları neden hep mahveden bir taraf oluyor, bir taparcasına seven, bir mahveden..