Bir haylice zaman geçti, büyüyüp adam olacağımı zannetme denizlerinden ayrılıp da yaşlı bir çocuk olma limanına varalı. Çocukluğumda sevdiğim gemileri ve trenleri artan bir sevgiyle hala seviyorum. Ufacıcık bir mutluluk da olsa, İstanbul Boğazında çalışan eski buharlı gemiler ve Haydarpaşadan kalkıp Anadolunun bağrındaki illere varan buharlı trenler ile çokça seyahat edebildim. Gerilere baktığımda, kocaman ilkler ve virajlar olduğunu düşündüğüm bir dolu anıyı onlarla yaşayarak ruhuma, ceplerime doldurmuşum.
Benim çocukluk ve gençlik dönemimin hatıraları onların buhar kokulu baca dumanları ardında hep gizemli, hep cazibeli kaldılar. Övünülecek bir şey olmasa da, ilk sigaralarımı o gemilerin bacalarının üstündeki ay-yıldızın altında içtim. Ruhumun hakim iklimleri, sonsuza değin geçerli biletleriyle gelip onların üst güverteleri veya vagonlarında hiç terketmeyecekleri yerlerine yerleştiler. Üstüne ay-yıldız işlenmiş buz gibi tren camlarına dayadığım kafam, babannemin benim için söylediği "Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı ? Alim Benim, Gülüm Benim" hasret şarkısını ruhumdaki hüzün ekmeğine katık etmeyi traverslerden çıkan tıkırtıların ritmine uydurarak öğrendi.
Bana, kimse vatanperver olmayı ya da ay-yıldızı sevmeyi öğretmedi, dayatmadı. O yıllarda, çocuk aklım minnacık elleriyle gemiler ve trenlerin camlarındaki, hilalinin uçları yukarı bakan yıldıza dokunarak varoluşunun sebebini hissetti ve öğrendi. Sonraları da vatansızlık ürkütür oldu, beni. Vatanı olmayanlara hep üzüldüm. İçim dağlandı. Bu yüzden ustalarımın hepsine "Din mi ? Vatan mı ?" sorusunu sorar oldum.
Gri gökyüzünün hiç eksik olmadığı Avrupa kentlerinde, köşebaşından dönebilecek bir simitçiyi hayal eden gönlümün niyazı sürekli "Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. " sözleri oldu. Vatansızlığın herşeyden daha yakıcı olduğunu o yıllarda bir simit parçasına dilenci olarak öğrendim. Benim o yaşlarda öğrendiğimi parmak kadar bülbülün ruhu, benden çok önce biliyordu..
Yıllar sonra bir gün, İstanbul Belediyesine ruhları ay-yıldızla kavgalı maneviyat hırsızları girdi. Önce bacalarında ay-yıldız nakşedilmiş gemilere sonra da vagonları buram buram devrim kokan Devlet Demir Yollarının trenlerine el attılar. "Çağ teknoloji çağı, devir sürat devridir" diyerek ay-yıldızlı gemilerin karşısına Yunus Peygamber amblemli gemiler çıkartarak benim gibi insanların çocukluklarını, gençliklerini çalarken Şehir Hatlarını fakr-u zaruret içine düşürüp satın aldılar. O gemilerin her yerine işlemiş ay-yıldızları hiç çekinmeden sildiler. Gemilerimi, trenlerimi çırılçıplak bırakarak beni utanç içinde kimliksizleştirdiler, Boğazın ve İstanbulumun belleğindeki nadide kayıtları sildiler. Oysa üstünde ay-yıldız olan o gemilerle insanlar her daim işlerine de zamanında vardılar, ülkeleri için de çok şey ürettiler. Geç kalmamıza sebep olan ay-yıldızlı gemiler değildi ki !
Karanlık kafaların içindeki ay-yıldızla derdi olan siyah düşüncelerdi, geç kalmamıza sebep olan. Çaldıkları şeyin değerini bilmeyenlerin, soydukları insanların tepkisini kavrayamayacak olması son derece normal gözükse de bunun bir cürüm olduğunu hangi gözden saklayabilecekler ?.
Bilemedikleri ve kendileri için yazık olanı ise, bu yaptıklarının manevi-varı alınmış insanlarda kedi misali bir can havline sebep olacağı gerçeği.
Üstünde AY-YILDIZ olan herşeyle kavgalı adamlar var bu ülkede. Aslında korku filimlerindeki haçtan korkan vampirler gibiler...
Benim çocukluk ve gençlik dönemimin hatıraları onların buhar kokulu baca dumanları ardında hep gizemli, hep cazibeli kaldılar. Övünülecek bir şey olmasa da, ilk sigaralarımı o gemilerin bacalarının üstündeki ay-yıldızın altında içtim. Ruhumun hakim iklimleri, sonsuza değin geçerli biletleriyle gelip onların üst güverteleri veya vagonlarında hiç terketmeyecekleri yerlerine yerleştiler. Üstüne ay-yıldız işlenmiş buz gibi tren camlarına dayadığım kafam, babannemin benim için söylediği "Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı ? Alim Benim, Gülüm Benim" hasret şarkısını ruhumdaki hüzün ekmeğine katık etmeyi traverslerden çıkan tıkırtıların ritmine uydurarak öğrendi.
Bana, kimse vatanperver olmayı ya da ay-yıldızı sevmeyi öğretmedi, dayatmadı. O yıllarda, çocuk aklım minnacık elleriyle gemiler ve trenlerin camlarındaki, hilalinin uçları yukarı bakan yıldıza dokunarak varoluşunun sebebini hissetti ve öğrendi. Sonraları da vatansızlık ürkütür oldu, beni. Vatanı olmayanlara hep üzüldüm. İçim dağlandı. Bu yüzden ustalarımın hepsine "Din mi ? Vatan mı ?" sorusunu sorar oldum.
Gri gökyüzünün hiç eksik olmadığı Avrupa kentlerinde, köşebaşından dönebilecek bir simitçiyi hayal eden gönlümün niyazı sürekli "Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. " sözleri oldu. Vatansızlığın herşeyden daha yakıcı olduğunu o yıllarda bir simit parçasına dilenci olarak öğrendim. Benim o yaşlarda öğrendiğimi parmak kadar bülbülün ruhu, benden çok önce biliyordu..
Yıllar sonra bir gün, İstanbul Belediyesine ruhları ay-yıldızla kavgalı maneviyat hırsızları girdi. Önce bacalarında ay-yıldız nakşedilmiş gemilere sonra da vagonları buram buram devrim kokan Devlet Demir Yollarının trenlerine el attılar. "Çağ teknoloji çağı, devir sürat devridir" diyerek ay-yıldızlı gemilerin karşısına Yunus Peygamber amblemli gemiler çıkartarak benim gibi insanların çocukluklarını, gençliklerini çalarken Şehir Hatlarını fakr-u zaruret içine düşürüp satın aldılar. O gemilerin her yerine işlemiş ay-yıldızları hiç çekinmeden sildiler. Gemilerimi, trenlerimi çırılçıplak bırakarak beni utanç içinde kimliksizleştirdiler, Boğazın ve İstanbulumun belleğindeki nadide kayıtları sildiler. Oysa üstünde ay-yıldız olan o gemilerle insanlar her daim işlerine de zamanında vardılar, ülkeleri için de çok şey ürettiler. Geç kalmamıza sebep olan ay-yıldızlı gemiler değildi ki !
Karanlık kafaların içindeki ay-yıldızla derdi olan siyah düşüncelerdi, geç kalmamıza sebep olan. Çaldıkları şeyin değerini bilmeyenlerin, soydukları insanların tepkisini kavrayamayacak olması son derece normal gözükse de bunun bir cürüm olduğunu hangi gözden saklayabilecekler ?.
Bilemedikleri ve kendileri için yazık olanı ise, bu yaptıklarının manevi-varı alınmış insanlarda kedi misali bir can havline sebep olacağı gerçeği.
Üstünde AY-YILDIZ olan herşeyle kavgalı adamlar var bu ülkede. Aslında korku filimlerindeki haçtan korkan vampirler gibiler...
Etiketler: Cam Kırıkları, Yaşam Sepeti
Evren on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilGemileri severim, trenleri daha çok. Ama en çok vatanımı severim.
Çok etkileyiciydi. Çok gerçekçi. Çok duygusal. Öyle güzel bir özeti olmuş ki, başkalaştırılmanın, ders kitaplarına konmalı.
sedef on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSahip olduğu değerlerin farkında olmayan bir milletin evlatlarıyız maalesef. Bir özentidir bir taklit etme furyasıdır gidiyor epeyden beri. Modernleşme, çağa ayak uydurma bir Amerika sevdası almış yürümüş. Modern çağa ayak uydurmak kendi varlığını ve bütünlüğünü koruyarak da yapılabilirdi. Ancak tek o noktaya göz dikmek ve diğer devletlerin sahip olmadıkları derin kültür mirasını fütursuzca, adeta har vurup harman savurmak bugünlere getirdi bizleri. Hiçbir ulusal özgünlüğü olmayan bir ülkenin evladı, ulusal marşları çalınırken sağ eli göğsünde dinliyor. Saygıyla, inançla ve bağlılıkla. Biz ise şarkı söyler gibi, ağzımızda sakızla ''rahat''komutunda .. Müstemleke olmayı hak eden, atalarının kemiklerini sızlatan bir vatan evladı olarak.. Kim düşünüyor ki artık bayrağımızın kırmızı renginin, bu vatan uğruna şehit olan evlatlarının kanını temsil ettiğini. Ay'ın ve yıldızın kutsiyetini. Vatan demek bayrak demektir. Ama vatan satılmış, vatan unutulmuş.. Bir bayrağımız kaldı bize ait olan, bal içinde bala hasret, inleyen arılar, deryada suya hasret balıklar gibi.
Kötü niyetli insanlar sinsice yaklaşır ya zor zamanlarında insanın; İçinde bulunduğu zor durumu avantaj olarak kullanarak, yanaşır önceleri,anne/ baba şevkatiyle. İhtiyacın olan bende der gibi gözükerek. Kalanı sadece manevi değerleri olan güçsüz insanı sömürür sonraları. Değerini bilip kullanamadığı herşeyini usulca yok eder zamanla.. Teslim olmaya mecbur bırakır. İşin tuhafı yardım kisvesi altında, hiçbir şey kazandırmadan sadece kendi menfaatine çalışır, iyice düşmeni bekler. Çaresiz anında da yok eder..Son çare olarak görünen, sonu olur görenin!. Bize ülke olarak yapılıyor olan bu değil mi?
Artık sadece geçim derdine düşmüş vatan evladı, bayrağı düşünemiyor, ya da vatanım beni düşündü mü ki bu hallerdeyim diyerek tepki veriyor, tepkisiz kalarak her yeni olumsuz olaya..
sedef on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSahip olduğu değerlerin farkında olmayan bir milletin evlatlarıyız maalesef. Bir özentidir bir taklit etme furyasıdır gidiyor epeyden beri. Modernleşme, çağa ayak uydurma bir Amerika sevdası almış yürümüş. Modern çağa ayak uydurmak kendi varlığını ve bütünlüğünü koruyarak da yapılabilirdi. Ancak tek o noktaya göz dikmek ve diğer devletlerin sahip olmadıkları derin kültür mirasını fütursuzca, adeta har vurup harman savurmak bugünlere getirdi bizleri. Hiçbir ulusal özgünlüğü olmayan bir ülkenin evladı, ulusal marşları çalınırken sağ eli göğsünde dinliyor. Saygıyla, inançla ve bağlılıkla. Biz ise şarkı söyler gibi, ağzımızda sakızla ''rahat''komutunda .. Müstemleke olmayı hak eden, atalarının kemiklerini sızlatan bir vatan evladı olarak.. Kim düşünüyor ki artık bayrağımızın kırmızı renginin, bu vatan uğruna şehit olan evlatlarının kanını temsil ettiğini. Ay'ın ve yıldızın kutsiyetini. Vatan demek bayrak demektir. Ama vatan satılmış, vatan unutulmuş.. Bir bayrağımız kaldı bize ait olan, bal içinde bala hasret, inleyen arılar, deryada suya hasret balıklar gibi.
Kötü niyetli insanlar sinsice yaklaşır ya zor zamanlarında insanın; İçinde bulunduğu zor durumu avantaj olarak kullanarak, yanaşır önceleri,anne/ baba şevkatiyle. İhtiyacın olan bende der gibi gözükerek. Kalanı sadece manevi değerleri olan güçsüz insanı sömürür sonraları. Değerini bilip kullanamadığı herşeyini usulca yok eder zamanla.. Teslim olmaya mecbur bırakır. İşin tuhafı yardım kisvesi altında, hiçbir şey kazandırmadan sadece kendi menfaatine çalışır, iyice düşmeni bekler. Çaresiz anında da yok eder..Son çare olarak görünen, sonu olur görenin!. Bize ülke olarak yapılıyor olan bu değil mi?
Artık sadece geçim derdine düşmüş vatan evladı, bayrağı düşünemiyor, ya da vatanım beni düşündü mü ki bu hallerdeyim diyerek tepki veriyor, tepkisiz kalarak her yeni olumsuz olaya..
Ali İkizkaya on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSevgili Evren !
Birbirimize pek yorum yazanlardan değiliz ama ciddiyetle okuyanlardanız biliyorum. Esas olanda bu zaten. Öncelikle ziyaretin, sonra da incelikli yorumun için teşekkür ederim. Hani fikrimin ince gülü de bende bu şekilde ortaya çıkıyor. Tekrar övgülerin için teşekkürler.
Sevgiyle...
Ali İkizkaya on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSevgili Sedef Hanımefendi !
Hep ben üstü örtük sembolizmalı ifadelerden yana oldum. Bu bana hep öğütlenen ve benim de tuttuğum kalp kırmama, kul hakkından korkma ve hükmün bana ait olamayacağı bilgilerinden ileri geliyor.
Fakat siz, dişilere mahsus o cesaretle adlı-adınca dile getirmişsiniz. Benim üslubum belki riyakar gözükebilir ama içeriği samimidir.
Şimdilerde herşeyin alınır satılır ve bir emtea olduğunu hassasiyetle dile getiren yorumunuz için tekrar tekrar teşekkür ederim. Bu da bence bir hal tercümesi idi...
Sevgiyle...
Çınar on Temmuz 10, 2010 dedi ki...
YanıtlaSil"Demir ağlarla ördük anayurdu dört yandan" diyor bununla övünüyor bununla gurur duyuyorduk. Şimdi neredeyse tamamen yok edildi demiryolları taşımacılığı. Ne mi yapılıyor yerine, örneğin; tüm Karadeniz şeridinde deniz toprakla doldurup tam deniz kıyısını takip eden dört şeritli yollar yapılıyor. İlk yağmurda ne oluyor? ya yollar ikiye ayrılıveriyor ya da dağdan kopup gelen sel denize doğru yol bulamadığından evler araziler sular altında kalıyor. Karayollarında trafik çok yoğun olduğu için ve buna başka nedenlerde eklenerek trafik kazalarında dünya sıralamasında üst (nerdeyse) sıraya
oturuveriyoruz.
Daha neler neler satılıp talan edilerek ülkenin geçmişi onuru mirası yok ediliyor. Saymakla bitmez.
Epeydir Atatürk Orman Çiftliği ağaçları kesiliyor birer ikişer usul usul zamana yayarak. İçmesuyu projesi deniyor mesela güzelim ağaçların yok edilmesine gerekçe olarak. Binlerce Ankara'lı hergün işine gelip giderken görmüyor olabilir mi günden güne çıplaklaşan araziyi? Ya yetkililer stk ları. Görmüyorlar...
Birgün derin uykulardan uyanmak umuduyla
Sevgiler
Ali İkizkaya on Temmuz 11, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilBenim Çınar Enginliğindeki Çınar Kardeşim !
Yazdıkların, benim hissedip uzun olur diye yazmadıklarımdı. Ellerine sağlık. Tüm yorum bırakan dost kardeş okuyucu herkesle ürüyor yazımız. Demiryolunun komünizmle eşdeğer tutulduğu bir ülkede nasıl toplu taşımada bahsedeceğizki. Dünyada Hindistan Demir Yollarından yetişmiş makine ve elektrik mühendislerinin yeri çok saygındır ama bizimkiler bilmez. Devrim adlı Türk otomobili ESKİŞEHİR DEVLET DEMİR YOLLARI CER atelyelerinde, ilk uçakta Kayserideki DEVLET DEMİR YOLLARI fabrikasında yapılmıştı. Daha neler anlatsam içimdeki bitmez, tükenmez.
Düşünen aklına sağlık, sevgiyle ...
Esmir on Temmuz 13, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilen çok da uzaklardayken vatan hasreti, boğazını düğüm düğüm eder insanın!..hiç bir hareket içimizdeki ay yıldızı sökemez bizden!..ama birer birer satılırken varlıklarımız yüreğimizden de adeta kan damlıyor!..ortaktır tüm kaygılarımız, hissedişlerimiz, başkaldırışlarımız, sancılarımız...kaleminize ve yüreğinize sağlık
Ali İkizkaya on Temmuz 13, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSevgili Esmir!
Hem de nasıl yıkar vatan hasreti. Uzun yıllar önce, çook uzun bir süre için uzak doğuda yaşamıştım. Dönüş yolunda Hollanda da trafik ışıklarından geçerken iki hanım Türkçe konuşuyorlardı ve ben hüngür hüngür ağlamıştım. Allah ı veya dinimi evde, ormanda, yolda her yerde yaşayabilirsin. Ama aidiyetini VATAN dan başka hiç bir yerde yaşayamazsın.
Ziyaretin pek bir sevindirdi bilesin. Sevgiyle...
Biraz on Temmuz 13, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSevgili Ali,
Belki de caldiklari seyin degerini cok iyi biliyorlardi. Cok iyi bildikleri icin caliyorlardi. Uzun zaman oldu uzakta yasayali. Ama ay yildiz hic uzakta olmadi hep gozlerim aradi benim,...ariyor da. Gecen cuma New York'taydim. Birlesmis Milletlerin onunde yuzlerce bayrak arasinda bizim ay yildizi aradim...gorene kadar, bulana kadar aradim.
Buldum!
Sonra yuzume sicak bir gulumseme yayildi. Ay yildiz simdilerde oyle uzaklarda tutulmaya calisilsa da hep hem de her seye ragmen bizimle olacak...Boyle uzaklarda yasayinca daha iyi biliyor insan anlamini. Cok guzel bir yazi bu, paylastigin icin de cok tesekkurler!
Ali İkizkaya on Temmuz 17, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilSevgili Biraz!
Çaldıkları şeyin değeri hakkında bilgi sahibi olduklarıyla ilgili haklı olabilirsin. Anlattığın küçük yaşanmışlığının içine saklanmış vatan sevgisi ve onun sıcaklığını anlatışın ne kadar güzel ifade edilmiş.
Mahrum ve uzakta olmak çok ağır ve eğitici bir sitematik tekniği ama çok güzel öğretiyor.
Senin yorumunda çok güzel ve yumuşacık. Anlayana altın kıymetinde. Ve burda son derece şık ve zarif durdu.
Ayrıca Ali Kardeşin senden çok özür diler gecikme için. Umarım af eder, anlayış gösterirsin.
Sevgilerimle...
Zeugma on Ağustos 08, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilÇok derin ve etkileyici bir yazı bu...
Birçok kişi bu nedenlerden bihaber yaşıyor bu ülkede.
Üstünde AY-YILDIZ olan herşeyle kavgalı adamlar var bu ülkede. Aslında korku filmlerindeki haçtan korkan vampirler gibiler...
Var, evet.. Ayyıldızdan ve Atatürk'ten rahatsız kimlikler var bu ülkede. Hem de azımsanmayacak sayıda ve devletin üst makamlarına yerleşmiş durumdalar... Sinsice hareket ederek çemberi daraltma çabaları ortak noktaları.
Başaramayacaklar hiçbir zaman.. Dediğiniz gibi ''korkak birer vampir''den öteye gidemeyecekler..
Yazan kaleme saygılar, sevgiler, dolu dolu teşekkürler..
ELİF..den on Ağustos 17, 2010 dedi ki...
YanıtlaSilAli bey mecburen buraya yazmak zorunda kaldım,kaç gündür ''dua''yazına yorum yazacagım .Yorum yeri yok yada ben mi bulamadım diye düşünürken,diğer yazılarına baktım ve yorum yerleri hep yerli yerinde...
Yani kısaca anlayacagınız yorum yeri kayıp????