Burada pazar günü kurulan panayırdan, skoç desenli bir yer örtüsü almıştım ikimiz için, bir de piknik sepeti. Hani şu hasır olanlarından, senin sevdiğin gibi. İçinde iki kişilik bir piknik için her şey var. İlk önce yaygıyı iki ucundan tutup, havalandırarak seriyorum. Çimenlerin üstünü kaplıyor, aynı senin ruhumu hiç bir açık yer bırakmamacasına örtüşün gibi. Kırışan yerleri ellerimle düzeltiyorum, ritüelde düzensiz tekbir şey kalmaması için. Sepeti açıp gözlerimle kontrol ediyorum gerekli olanların tamamı bizimle birlikte gelmiş mi? diyerek. Örtünün, karşıma gelen kıyısına senin tabağını ve çatal bıçaklarını yerleştiriyorum. Sonra da benimkileri. Yanlarına da senin hep beğendiğin, pamuk keten karışık, dışlarına bilezik geçirilmiş peçetelerden. Ortaya da su bardaklarıyla, küçük reçel kavanozlarını ve çay fincanlarını oturtuyorum. Tuz ve karabiberi soruyorsun. Onlar da bisikletin ön sepetinde. Gidip getiriyorum. Teşekkür ediyorum sana, eksik kalmaması adına beni ikaz ettiğin için. Tebessüm edip şapkanın kenarından tutuyorsun rüzgarla uçmaması için. Bu uçuk mavi çiçekli elbisenin seni daha da güzelleştirdiğini düşünüyorum bir an. Aç olduğun aklıma düşüyor, etek uçlarındaki kıvrımlara takılmışken gözlerim. Ellerimle yapıp ve adına Turpix dediğim, senin sevdiğin sandviçlerden çıkartıyorum sepetten. Izgara edilmiş ton balığı filetolu olanlardan. Termosdan çay dolduruyorum fincanlarımıza. Gün batımına yaklaşan saatlerde gelmiş olmamızın daha iyi olduğunu söylediğinde; elimde şekerler, dudak kenarlarına bakıyorum. Farkedip, tebessüm ederken göz bebeklerine yakalanıyorum, hapis oluyorum. Orda tutuyorsun beni uzun süre. Azad etmemeyi seviyorsun, öksedeki bir saka gibi. Çırpınırken gülüyorum. Benim de hoşuma gidiyor orda kalmak, kalp-avuçlarının içinde. Kalbimi hissediyorsun. Nasıl tutacağını çok çok iyi biliyor, sıkmıyorsun. Açıyorsun avuçlarını ama uçmuyorum o sevdiğim yerden. Rüzgar çözüyor ikimizi de bu oyundan, bardaklardan birini devirerek.
Güneş, portakallara bürünüyor ufkun içinde serinlemek istercesine. O da tüm gün sıcaktan bunalmış, çabucak rahatlamak ister gibi hızlıca çekiyor ışıklarını üzerimizden. Ay'ın doğduğunu birbirimize söylerken gülüyoruz, hep orda olduğunu bildiğimizden. Serin bir batı rüzgarı çıkıyor. Omuz başlarını tutuyorsun ürpererek. Bisikletten uçuk pembe hırkanı getiriyorum hava kararırken. Hırkanı giyerken bir hışırtıyla irkilip bacaklarını topluyorsun eteğinin altına. El fenerini o tarafa tutuyorum. İlerde fenerin aydınlattığı çimenlerin arasından, bir anne kirpiyle üç yavru kirpi geçiyor gözleri kamaşarak. Elimden tutup beni yanına oturtuyorsun. Ellerinle yüzümü çiziyorsun karanlıkta, tekrar, usulca, ay ışığı yardımıyla. Parmağımla işaret ederek doğduğum yıldızı gösteriyorum, sana sürpriz yapmak için. Şaşırmıyorsun. Usulca saçlarımı seviyorsun. Çeneni omuzuma koyup, burnun tenime değdiğinde, kulağıma yorulduğunu fısıldıyorsun. Uzanıyoruz örtünün üzerine. Artık ikimizin de görüş alanı sadece gökyüzü ve onun derin laciverti.
Ufuktaki sulara gümüş payetli bir gece elbisesi giydiren Ay'ı seyrediyoruz. Kayan yıldızları fark ettiğinde gözlerin dolacakken gülüyorlar. Sendeki bu, ağlamakla hüzünlenmek arasında kalmış, bazen yaz yağmurları bazen de incinmiş küçük kız hallerini seviyorum. Benim, senin limanın oluşum ve oraya sığınmak istemen hoşuma gidiyor. Hep o biricik gemiyi bekleyen ufak bir liman, sadece haritadaki yeri senin tarafından bilinen.
Gözlerinin parlak yüzeyinde yıldızlar pırıldıyor. Sevinç içinde; her kayan yıldızı parmağınla bana gösterek kahkahalarla gülüyorsun. Gülmekten yorgun düşüyorsun. Dalıyorsun, sana mektuplarda anlattığım kayan yıldızlarla dolu gökyüzünün altında. Biraz önce; beni elleriyle seven seni, gözlerimle seviyorum. Ben de seni ,bana gözlerimle anlatıyorum bir kere daha. Ve göz bebeklerimle çiziyorum senin hatlarını hafızamın meydanındaki o büyük duvara.
Patikadan aşağı bisikletle iniyorum, seni ve senin içinde olduğun kareyi dondurarak. Dokunmuyorum hiç bir şeye, değerleri ve anlamları yitmesin diye. Sen hala uyuyorsun orda, yıldızların altında, öylece. Bisikleti yolun kenarına bırakıp yokuş aşağı, esen rüzgara doğru yürüyorum, sana ellerimle tek bir yıldız bile hediye edememiş olmanın kalakalmışlığı ve burukluğuyla.
öykü 15 Temmuz 2009 at 6am
YanıtlaSilpiknik için cımenlerın ustune yaydıgın örtu dahıl
herseyı bırebır yasattı bu yazın
Ali abı
Su an cok erken saatler
uyuyorsundur
sevgıler gönderıyorum sana gunun ck guzel olsun sevgılerımle
sufi 16 Temmuz 2009 at 11am
YanıtlaSilSevgili Ali;
Yıldızlar senin emrindedir sanıyorum. Yüreğinin burukluğu ayandır onlara.YARin neredeyse onlar onu bulur bir gün ve ellerine usulca düşüverirler umarım.Sevgilerimle.
Cevapla