{ margin-top:0px; position: relative; top: -50px; }

Çiller,Saç Örgüsü ve Bir Tanede Kurabiye

Yazar Yazmak Keyiftir 3.06.2009 Circa


Fırının önünden geçerken benim yelloz kedim Benekle karşılaştık. Aman ! Aman !. Sorma ?


Öpücükler, senbenimsin dokunuşları.. Sonra mırmır konuşa konuşa bitiremedi. Yelloz dedim ama gerçekten 40 kapı süprüntüsü cadı. Benişe gittiğimde Münevver teyzenin gönlünü edip koltukta keyif çatıyormuş. Orası olmadı iki bina yandaki dışişlerinde katibe olan hanımefendide misafirlikte. Ben gelmezden önce akşamüstleri de Behiye ablanın balkonunda çay sefası. Hanımefendi yedi kapının ipini çekiyor. Biliyorum beni kıskandırmak için yapıyor. Yeni motorsikletin deri koltuğunu da bana göstere, göstere tırmalamıştı. Motorsikleti ondan çok seviyorum zannıyla. Sonra bir örtü diktirdim de hanımefendi kendisini çok sevdiğime kanaat getirdi. Kucağımda Benek yokuşu tırmandım ama ne takat kaldı ne de nefes. İçim öyle yalnız ve bıkkın kapıya takıyorken anahtarı bir de ne göreyim ?. Posta kutusunda bir zarf. Yazını görünce bildim senden geldiğini. Sevdim şöyle bir zarfı. Tebessüm ettim. Bıraktım Beneği yere. Fırladı gitti dairenin kapısına. Ne sevindim bu mektubuna. Yalnızdım. Mektubun bir iyi geldi ki. Fırladım kurabiyeciye gittim. Fakat mektup yüksek doz da vitamin etkisi yapmış olacak ki kendimi kaybedip kurabiyeci dükkanını dağıtmışım. Allahtan dükkan sahipleri tanıdık. Verdiğim zarara karşılık burada kurabiyeler için un taşıyorum. Sadece akşamları sana mektup yazmama izin veriyorlar.

Evet! Benim çocukluğumun İstanbulundan geriye kalan nadide güzelliklerden bir tanesi senin de ifade ettigin boğazdaki vapur seferleri. Fakat benim çocukluğumun günlerinde buharlı gemiler sefer yapardı Boğaziçinde. Her birinin filmlere konu olacak bir hikayesi, ayrı bir düdük sesi ve numaraları olurdu. Uzaktan düdüğünün çıkardığı sesin tınısından kaç numaradır, adı nedir bilirdik. Göksu, Halas yada Heybeliada geliyor derdik çocuklarla. O gemilerde içilecek bir bardak çayın tadını bir bilsen ?. Neler vermezsin şimdilerde aynı keyif ve lezzet için. Gemi buharlı olduğu için çay, seramik yada porselen demliklerde kömür ateşinin ısıttığı bakır bir kazandaki suyun buharında dem alıyor. Gemide Türk Sanat Musikisi bir radyodan yolculara dinletiliyor. Canım Boğaz, Çay, Müzik ve Yalılar. Meftun ve aşık olmamak mümkün mü. ? Halas vapurundan in tramvaya bin. Tramvay o zamanlar Avrupa tarafında çalışıyor. Böylellikle yaşım da ufak ufak ortaya çıkıyor. Yandık ki yandık Marmara çırası gibi. Madem öyle ne yapalım ?? Anlatmak lazım.
Efendim , Cancağızım !

Ali Necib Efendiyi eskiden beri tanırım. Bu zatı muhterem 1961' in fırtınalı bir 24 Ekim günü
nde Süleymaniye doğum evinde yedi aylik iken diş tabibi bir baba ile ev hanımı bir annenin ilk evlatları olarak dünyaya gözlerini açıyor. Annesi iri yapılı olmasına rağmen onu yedi aylık doğurduğu için "Kızım doğura doğura bu kedi yavrusu kadar bebeyi mi doğurdun ?" sitemini duyar dedesinden. Doktorlara göre Ali Necib'in yaşaması olanaksızdır. Küvöz de olmadığı için "eve götürün siz bilirsiniz" derler. Sülalede iki üç kuşaktır erkek evlat olmadığı için Ali Necib efendinin anneannesi Şerife Hanımefendi sarıp sarmalar onu. Eyüpteki iki katlı ahşap eve götürür, "ben bakarım" diyerek. Şerife Hanım yolda Allaha hem hamd hem de sitem için ağlar bu paltosunun altındaki el kadar erkek bebe için. Şerife Hanım ılık su doldurup pamukla desteklediği küçük bir torba üzerinde damlalıkla büyütür Ali Necib'i kedi yavrusu gibi. Tülbentten süzdüğü meyva sulari, çorba, naneli saray limonatalarıyla besler. Toparlar kendini ölecek denilen avuç içi kadar bebe. Onun için geçirilen uykusuz geceler, ölecekmi diye nefesine ayna tutulan günler birbirini yıllara devirir.. Çocukluğunu Ali Necib Bey, Eyüp'te ve Üsküdar'daki Mustafa Efendi Tekkesinde geçirir. Hiç unutamaz tekkenin bahçesinde oynadığı saatleri. Hele hele o at kuyruğu saçları olan Zehrayı. Kızın saçlarının uçlarında ise hafif lüleler var. Zehra'nın at kuyruğu saçlarına utanarak ufak elleriyle şöyle bir vuruyor. At kuyrugu sallanıyor. Ali Necib hayranlıktan küçük dilini yutacak bu saç uçlarının sallanışına. Bazen de Zehranın annesi saçlarını örüyor bu küçük kızın. Ucuna da minik bir kurdela bağlıyor. Zehrayı bazen bahçenin yola bakan tarafındaki kuyunun önüne konulmuş eski bir bankta otururken buluyor. Genelde Zehra yalnızken bahçenin gediklisi sarman kediyi seviyor ve hep sevmektedir. Vakit geç kalmış bir yaz gününün akşamüstüdür. Güneşin artık portakal renginin tonlarını aldığı ışık huzmeleri Zehranın saç örgüsü üzerindedir. Büyülenmişcesine saç örgüsünü izlemektedir. Dokunmak istese de dokunamaz. Korkar. Uykularında hep at kuyrukları, saç örgüleri vardır artık. Saçlara saplandığı bu dönemde dayanılmaz tutkusuna son ve iflah olamayacağı fırça darbesini okuduğu ilkokula yeni gelen sınıf hocası koyar. Adı Betul dür öğretmen hanımefendinin. Sarışın, beline kadar saçları, su yeşili gözleri ile öğretmen okulundan yeni mezun çilli bir genç kızdır. Teneffüslerde yere eğilip okul bahçesinin gedikli kedilerini seven Betül hocanın örülmüş saçlarını da gözleriyle Ali Necib sevmektedir. Olan olmuş, nihaii nokta koyulmuştur. Artık Ali Necib için Örgü saçlar, Çiller ve Kediler vardır.
Uzun yıllar sonra Ali Necib Bey, Aydın'da bir 23 Nisan günü annesiyle kadın berberinde saç traşı olan bir çocuğun öyküsünü Betül Öğretmenin, kendi saçlarını elleriyle karıştırıp sevdiği gün anısına kaleme alır ve saklar. Kimseye okumaz. Taa ki o güne kadar.
Yanılmıyorsam bundan 4 sene önce Ali Necip Bey, Paris Sorbonne Üniversitesi tarih kürsüsünde türkiyat dersleri veren bir fransız hanımefendi ile birlikte
dir. Bu hanım Ali Necib Bey'e Küçük Prens adlı kitabı farklı bir şekilde yorumlayıp onun içindeki lunaparkın ışıklarının başka ufukları işaret etmesine sebep olmuştu. Zaten bu hadiseden sonra Ali Necib beyde, tilkiler de kediler gibi ciddi mukaddesatı olan hayvanlar haline geldi. Hatta kendisi bana Paristeki orman içinde olan evlerine bir anne tilkiyle yavrularının gelip gittiğini dahi anlatmaya başladı o aralar. Bu Küçük Prens in yeni açılımından sebep Ali Necib Bey, bu Aydın'da geçen saç traşı olan çocuk hikayesini fransız bayan arkadaşına da okur. Fransız hanım öyküyü gizlice Fransızca'ya tercüme eder ve Paris'in banliyölerinde çokca dinlenilen bir radyoya gönderir. Radyo öyküyü beğenir. Ve annelere yönelik müzikli bir programın içinde canlı olarak Ali Necib Beyin okuması için fransız arkadaşından ricacı olurlar. Paris'in o yumuşacık dokulu bahar günlerinden biridir. Seine nehri boylarındaki rıhtımların kenarlarında bulunan parklardan birinde petangue (demir topları atarak oynanan oyun) oynayanları seyrederken bayan arkadaşı çıka gelir randevulaştıkları gibi. Hanımefendinin bir sürprizi vardır Ali Necib Bey'e. Bilmediği bir yere beraberce gideceklerdir. Soru sormayacaktır. Binerler metroya. Eve doğru gittiklerini düşünür Necib bey. Radyonun önüne geldiklerinde ne olduğunu anlayamaz Ali Necip. Kız arkadaşı tam stüdyoya girmeden önce olup biteni anlatır ve olur alır kendisinden. Metni eline tutuşturur ve Aydın daki o çocuğu tekrar hissetmesini ister. Girer canlı yayına. Hoş geldiniz, hal hatır ve sizi tanıyalım sohbetinden sonra spiker bir girizgah yapar ve sözü bizim erişkin ama içinde küçücük bir çocuk yaşatan Ali Necib'e bırakır. Tane tane ve temiz bir aksanla okumaya gayret etmektedir kendi yazdığı öyküyü. Hikayenin sonlarına doğru bir paragraf başında durduğu sırada camlı bölmenin arka tarafindaki kız dikkatini çeker. Camın öte yanında saçları örülü, sarışın, hamile ve çilli bir kız vardır. Elleri öylece karnının üzerinde. Yanaklarında ise iki küçük damla. Bir buzdağı kırılır içinde. O buz dağından kopan minik bir parça gelir bardağın içine düşer. Ve bardağı taşırır. İçinde ki perdelerden biri daha kalkar. Başka ufukları görür. Oralara gider. O anda gittiği yerden bakar ki; o kızın karın boşluğunda büyüttüğü Ali Necib tir o anda. Son paragrafı ağlayarak tamamlar ve süratle terkeder yayını. Radyo bu yayından sonra olumlu tepkiler alır ve davet eder kendisini ama Ali Necib bir daha gitmez oraya.
Cancağızım!
Alelade bir gün içinde yolda yürürken, otururken, bir kafede iken birbirimizde nelere sebep olduğumuzun farkında mıyız ?. Minnacık bir detaydan kocaman bir adamın kilometre taşlarına sebebiyet vermek. Hele bir de düşünebilsek beraberken birbirimizde nelere sebep olduğumuzu. Düşünsene ! Acaba hangi hikayelerin baş rol oyuncuları olduk ?. Ya da adını bilmediğimiz kaç insan bizden izler taşıyor ? Ne kadar sarsıcı ve sorumluluk altında bırakan bir tecelliyat. Yaşam sorumluluğu pek de anı yaşa, ye, iç, yat bostan küfesi misali değil.
Düşünüyorum da hayat aslında dikkatle, incelikle okunması ve icra edilmesi gereken bir eser.
Sonsuz kadar hoşça kalman dileğim İle ...





** Küçük Sincap ın Fotoğrafı için Öykü'ye teşekkürler


edit post

6 yorum:

  1. öykü on Haziran 04, 2009 dedi ki...

    *Bu hanım Ali Necib Bey'e Küçük Prens adlı kitabı farklı bir şekilde yorumlayıp onun içindeki lunaparkın ışıklarının başka ufukları işaret etmesine sebep olmuştu *
    Bu en olmadık durumlarda
    hıc beklenmedık zamanlarda
    yasanabılıyıor
    Bır ınsan
    bır olay cıkıyor karsına
    ve o gune kadar bıldıgn tum herseye farklı ısıklar kazandırıyor..
    Cok guzeldı bu yazınız da
    yıne bı solukta severek okudum
    sevgıler.

    YanıtlaSil
  2. Tarki on Haziran 04, 2009 dedi ki...

    Yine olağanüstü bir anlatımınla hikayeyi her kelimesinde yaşattın bana. Yüreğine eline sağlık.
    Enfes bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  3. Ali İkizkaya on Haziran 05, 2009 dedi ki...

    Sevgili Öykü!
    Dilerim senin dedğin gibi ansızın oluverir. Ama geriye ne imkan, ne malzeme nede zaman kaldı. Gelecek olana eziyet etmek yerine hakettiklerini vermek isterim.
    Gül reçeli muhteşem ellerine, parmacıklarına sağlık.
    Sevgiyle

    YanıtlaSil
  4. Ali İkizkaya on Haziran 05, 2009 dedi ki...

    Canım Tarki!
    Teşekkür ederim. Sen ağbini seviyorsun ya. Kuzguna yavrusu misali. Sevmene sevindim oğlum. Ben sana yine hazırlarım. Sen yeterki iste. Sevgiyle Kal
    Ali Abin.

    YanıtlaSil
  5. Bilin bakalım aynı doğum evinde yıllar sonra 7,5 aylık olarak kim gelmiş dünyaya?

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Kahvegibi !
    Acaba siz olabilirmisiniz..?
    Sevgiyle...

    YanıtlaSil

Sevgili Okuyucu!
Burada yazılanların tamamı birbirimize kimi zaman buruk kimi zaman ise hoşça vakit geçirtmek ve geçirmek arzusu ile yazılmış hikayelerden öte bir şey değil. Bu dünya yolculuğumuzda birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Beğenenler birlikte yürümeye devam ediyorlar. Amaçsa bir farkındalık yaratarak önümüzden geçenleri görebilmek. Bakmakla Görmek arasındaki derin farkı vurgulamak veya izah etmeye çalışmak gücümüzce.Söylediklerimin altındaysa paylaşma arzusundan gayri hiç bir şey yok.

Yüzünüz hep ışığa ve sevgiye doğru olsun.

Related Posts Widget for Blogs by LinkWithin

© Petit Prince Template by Petit Prince For Petit Prince Blog